17 Kasım 2015 Salı

HALET-İ “RUH”İYE




Kimi basketbolsever, rekabetin arttığından dem vurur; kimisi ise, rehavetten, sezonun daha yeni başlamış olmasından ilham alır; kimileri de daimi vizyonsuzluğu dayanak gösterir bizim takımlarımızı incelerken. Basketbolun “basketbol” oluşu, neredeyse kimse tarafından umursanmaz. Fakat kimi zaman basketbol, sadece kendisi gibi davrandığı için nice sürpriz yaratır. Gelgelelim, bu hafta, basketbolun “azizliklerinden” bahsedilecek bir hafta değil. Aziz olmaya çalışan koçlar, hakemler, oyuncular yine baki; lakin hesapların tutmamasında, hesabın güvenilmezliği daha baskın çıkıyor nedense...


Kısa kısa birkaç kelam edelim o vakit; Anadolu Efes, yine elindeki maçı verdi. Hem de bir değil, iki kez. Hem ligde, hem de Avrupa’da, oyunu dikte edememenin, rakibe ayak uydurarak oynayıp karakter gösterememenin “azizliğine” kurban gittiler. İşin kötüsü, rakibin süper yıldızı VaSpa bu maçta felaketti ve Patric Young korkunç bir şekilde sakatlanmıştı. Üstelik, bu takımda babasını bile tanımadan aynı basketbolu her maç oynayacak kadar kalın çizgilere sahip bir Heurtel varken bile, rakibin ne oynadığı, Efes’in ne oynadığından daha önemli hale geliyor (Not: Heurtel’in bu meziyetine genelde olumlu bakmıyorum; ama bazen işe yarayabiliyor – ki zaten kadroda olmasının da, Doğuş’a süre bırakmamasının da yegane sebebi, bu değil mi?)Tyus – Dunston, Saric – Dunston ikilileri, giderek palazlanan “Ali Düverioğlu”, nihayet toparlanan Cedi, Diebler dinamosu ve Derrick Brown gibi nice şahsına münhasır silahları olan bu takımın, başaramama sebebi ne olabilir? Koç? Kimi zaman doğru. Ivkovic’in dev bütçelerden ekonomi yaratmaya alerjisi nüksedebiliyor.


Ama Granger’ın Heurtel’den olumsuz etkilenmesinden de öte, bu takımın bir “ruh” sorunu var. Lideri yok. Evet, yıldızı da yok, lideri de yok. Bu yüzden, takım da değiller. Takım olamadıkları için de, yıldız veya lider kimdir, bunu anlayamıyorlar. Ve her maçları, tansiyon savaşı ekseninde geçiyor. Kaybedense, hep Efes oluyor. Yerlilerden Cedi, Birkan ve Furkan’ın dışında kimseciklerin esamisi okunmazsa; bu takımı takım yapanlar, kalıcı olanlar, emektarlar, iskeletin bel kemikleri, yeterli “kalsiyum”u depolayamazlar. Böyle bir iskelette, hangi kafatası barınabilir ki? Sayın üstad Ivkovic’ten minik bir ricam olabilir sadece; “Sevmiyorsa, gidip bir konuşsun” derim naçizane. Kiminle mi? Yerlilerle... Emircan bizim için Düverioğlu’ndan 10 kata kadar daha “mühim”...


Fenerbahçe ise, rengini hepten belli etmeye başladı bu hafta. Avrupa’yı istiyorlar, lige nasılsa sonradan da sıra gelir. Tabi öte taraftan, yerli rotasyonu konusunda Efes kadar acıklı bir öyküyü yaşamaktan vazgeçmeyişlerine şaşıyoruz. Litvanya’nın her klasmandaki efsanesi koç Kurtinaitis önderliğinde kaldırdığı ikinci Eurocup kupasındaki muzaffer kadroyu koruyup büyütmeyi başaran, çok tehlikeli bir Khimki’yi yendiler. Maç sonundaki krize değinmeden edemeyeceğim belli ki; sonlara doğru Zoran Dragic faktörü sayesinde Khimki 2 kez faul çizgisine geldi, üst üste 2 kez 0/2 attı, ama 3 kez hücum ribaundu toplayınca, 3.de bir üçlük atıp skoru dengelediler. Fenerbahçe ise, tüm bu olan bitenler esnasında savunma ribauntlarına romantik aşıklar gibi bakakaldı. İkinci bir “Efes-Panathinaikos ve Semih Erden” vakasının eşiğinden dönüldü. Ve ceremesi de, muazzam bir ivmeyle sıra dışı oynayan D.İ. Büyükçekmece maçında çekildi. Bogdanovic ve Melih, artık iyice gözden düşmüş durumdalar. Gözden çıkarılmadan, kimliklerini geri almaları şart. Udoh’un steps huyunun da suyu çıkmak üzere. Kalinic halen yalpalıyor. Eğer istikametler artık Datome’yi göstermezse, Fenerbahçe daha epey hayal kırıklığı yaratabilir. Böylesi bir Avrupa zaferi varken bunları söylemezsek, tebriklerimiz anlamsız kalır. Ve Dixon, kurtarıcı değil, kral zannedilir... Obradovic her maç bitiminde benzer demeçler vermemeli; ki bunun yolu da, Avrupa’da olduğu gibi, ligde de, oyuncuların sahada “ruh gibi” gezinmeyi bırakmalarından geçer...


Galatasaray, haddini bilerek, risk almadan oynamaya başladı. Nedeni ise besbelli: Dar rotasyonda beliren yorgunluk emareleri. Yine kazandılar, hem de şahane bir tutumla; fakat ecel terlerini yanlış yerde, yanlış zamanda dökmek onlara yakışmıyor. Nizhny maçını kazandıkları için değil, böylesine zor bir senaryoda kazanabildikleri için kutlarım. Yoksa Mahalbasic'e o kadar iltiması geçen bir pota altı, her mağlubiyete müstahaktır. Milli takıma dair tartışmalar ve Yağızer Hoca’yı kaybetmek Ergin Hoca’yı nasıl etkiliyor bilinmez, ama yerlileri bir an evvel rotasyonun gedikli parçalarına dönüştürmesi şart. Her sene aynı tabloyu görüyoruz, lakin bu yıl, benchlerinde benchte oturmaları ayıp kaçacak kadar kaliteli ve bol yerli oyuncu var. Pek çok takım “Keşke benim olsa” diye bakıp bakıp iç geçirir bu rotasyona. Ama İzzet, Şafak, Ege, Doğukan gibi isimler halen daha kuyrukta sıra bekliyor. Pota altında devam eden savunma sorunu ve Dorsey’nin fiziksel formsuzluğu da cabası tabi. Yine de kazanıyorlar, çünkü çok kaliteliler ve taktikten yana hiç sıkıntıları yok. Ayrıca ihtiyaçları olan parçalara da sahipler. Yani, hemen hemen hepsine...


Pınar Karşıyaka, bu hafta Euroleague’de kendine yakışanı yaptı. Justin’i sakatlığa kurban vermek çok acıtıyor olmalı; ama neyse ki Can toparlandı, Muhammed de o aranılan “delifişek” kontenjanına ismini yazdırmaya başladı. Palacios da geçen haftanın kötü izlerini kireçle def edince, istenilen performanslar gösterildi. Ragland’ın işbirlikçisi olması adına, Josh Carter deneniyor. Henüz, o az bulunur cinsten saf skorerliğini arka arkaya iki maçta görmek kısmet olmadı. Yine de, hep umut var. Çünkü “takım”lar ve çok hırslılar. Egemen Güven’e uygulanan ambargo ve Royal Halı Gaziantep maçındaki o kritik 8 saniye ihlalinin gözden kaçması gibi durumlar da olmasa, haftayı sorunsuz kapattılar, diyebiliriz.


Daçka, Fenerbahçe ile çok benzer türküleri aşk ediyor. Avrupa’da kazandılar, hem de (bocalasa bile her daim tehlike arz eden) Maccabi deplasmanında bunu başardılar. Nasıl mı? Tamamen “Arroyo”culuk oynayan Markoishvili ve en sonunda bir istikrar tutturan Semih sayesinde. Günlük performansları bir kenara bırakırsak, Emir ve Semih bu takımın bayrak direği olmaya başladı. Ligdeki galibiyette de bunu ayan beyan gördük. Bjelica, Harangody, Slaughter, Redding, Markoishvili gibi gizli kahramanlar da eğer bir sisteme oturtulabilirse, belki ilk defa bir “takım” görüntüsü çizecekler. Tabi bunun için, “mesai bitimindeki Metrobüs” minvalindeki kalabalıktan kurtulmalı ve giderek şirazeden çıkıp takıma zarar vermeye başlayan Gordon’a sınırlar koymalılar. Bakalım Oktay Hoca herhangi bir sistem hedefliyor mu, yoksa amaç “kaos” basketbolundan medet ummak mı?


BeşiktaşAvrupa’da “hakiki” bir rakip karşısında büyük bir hüsran yaşasa bile, ligde kendi “karakteriyle” oynayıp kazandığı Efes maçı sayesinde krizden çabuk kurtuldu. Yüksek tempolu ve keskin bu yeni anlayış içerisinde Cenk, Engin, Wolters ve Lampe kariyerlerinin adeta baharını yaşıyorlar; velakin işin savunma yönüne hiç prim verilmeyince, Timma’ların, Antipov’ların savunmayı betona çevirdiği Zenit’ten fark yeniyor. Seeley’nin halen ayak uyduramadığı takımda, tüm “akil adamlığı” Darden üstleniyor. Seeley’ye bir alternatif yaratmaları ve Kartal’ın hikayesinden Enes’i korumaları lazım. Elonu’nun varlığı, talihsizce sakatlanan Lampe’yi savunmada aratmaz belki, fakat hücumda işler çok değişecektir. Kartal’a gelince; en doğrusunu yaptı. Geçen sene kendisine aynı mizansende aynı muhalif sözleri eden Ahmet Kandemir, iddiayı da görevini de kaybetti. Kartal ise, Eskişehir’de “oynayıp”, kendini en çok geliştiren gencimiz olmayı başardı. Bu sene de, Kartal, ülke şartlarına uygun tepkisini sundu (Efes söylentileri doğruysa, Heurtel’i kesmesini beklerim ben). Hak veriyorum, çünkü bu ülkede bu tavrı göstermeyeni, Can Akın, İzzet Türkyılmaz, Şafak Edge ve Barış Ermiş haline getiriyorlar. Böyle ülkeye, öyle tepki gerek...


Trabzonspor’da ortalık puslu. Velickovic baskıyı hissedip toparlandı, Odom ve Hardy nispeten sahne ışıklarını paylaştı; tabi bu durum Kulig ile Kinsey’i epeyce aşağıya çekti ve Kazan’dan mağlup döndüler. Herkesi eşit verimlilikle bu rotasyona dahil edebilecekleri taktiklere, sistemlere ihtiyaçları var. Çünkü bu kalitedeki bir kadroyla Eurocup finalini hedefleseler, şaşmayız. Berkay, Sertaç, Hakan, İbrahim gibi isimlere çok iş düşecek. Koç Markovic ise, buranın Eurochallenge olmadığını hatırlayıp, savunmaya özen gösterecek (diye ummak bizim işimiz). Yoksa, atarak kazanabilecekleri maçlardaki rakipler, hafta içinde ligde yendikleri Türk Telekom’dan daha üst düzeyde olmayacaktır...


Banvit ise, Vidmar’ın “kariyer maçı”nı oynamasından ve Fortson’ın tarihi triple-double’ından gelen galibiyetin keyfini çıkartıyor. Fortson dengesiz, bir ânı diğerini tutmuyor; fakat kimi zaman böyle olağana aykırı işler de yapabiliyor. Slaughter biraz olsun düşerken, Johnson – Simmons – Moerman ekseni sağlam duruyor. Banvit, her hücumda zorlanıyor aslında, ama zeki isimlerden kurulan bu kadro, bir şekilde rakibin savunma düzenini yıkmayı başarıyor. Fast – breakler hariç, erken hücum etmedikleri her topta, güzeller. “Ruh”ları var. Ligde inişe geçmiş olabilirler, ama fazla uzun sürmez. Fortson’ın topla çok oynayıp oyuncağını kırmasına izin vermesinler, kafi.


Son sözlerimiz de Telekom ve Gaziantep için. Sakatlıklar neticesinde asıl “gazi”, Telekom oldu diyebiliriz, fakat ligde atarak kaybettiklerini, Eurochallenge’da adeta bir mitralyöz gibi savurarak kazandılar. Woodside’ın, Jenkins’in ve Brown’ın, üç muhteşem yardımcısı var; Erkan, Ermal ve Cevher. Mutlu ve Evren de eski günlerdeki gibi bu kervana katılırsa, Telekom, sadece “En Çok Yerli Oynatan Takım” ve “Yerlilerden En İyi Verimi Alan Takım” ödüllerini, yani kalbimizi değil, galibiyetleri de elde eder. Bu dallardaki mansiyona en büyük adayımız ise, yine elbette Gaziantepİki Eurochallenge takımımızın algısı bu bakımdan taban tabana zıt. Antep, Kaf-Kaf maçını limitine dek zorladı, Avrupa’da da kolay kazandı bu hafta; fakat Jawad Williams – Rautins – Calloway üçlüsü dışında şu aralar bileğine güvenebilecekleri kimsecikler yok gibi görünüyor. Rautins’teki çıkış takdire şayan. Mühim olan nokta, Kaf-Kaf maçında olduğu gibi, üç sayılık atışlara bel bağlamanın ayarını kaçırmamak, suyunu çıkarmamak...


Euroleague'de 4'te 3, Eurocup'ta 4'te 2, Eurochallange'da ise 2'de 2 yapmış olsak bile, olumsuz konuşmakta yarar vardır bazen; bu hafta, olumsuzları ön plana getirip “dostluk” yaptım. Yazıma, geçen hafta ABD’de ölü bulunan, ligimizin unutulmaz “Ali Karadeniz”i, yani Michael Wright için taziye dileklerimi, Kyle Kuric içinse geçmiş olsun sözlerimi ve acil şifa temennilerimi ileterek son veriyor, herkese bol basketbol keyfi verecek bir hafta olsun, diyorum. Tüm takımlarımıza tebrikler, başarılar...


Efe Özenç


Twitter: @efe_ozenc
Devamını Oku »

Boca Juniors-River Plate Derbisi | Derbi Yazıları Serisi


  Bu kez Boca Juniors-River Plate derbisini anlatmaya çalışıcam.
El-Superclasico denir bu derbiye.İspanya'nın el-clasico'su varsa Arjantin'in El-Superclasico'su vardır.Öyle bir derbi ki hatta 2004 yılında bir spor dergisi ölmeden önce yapılması gerekenler listesi yapıp 1. sıraya bu derbiyi izlemeyi koymuştur.

Derbilerdeki klasik ayrım olan zengin-fakir ayrımının en belirgin olduğu derbi budur.Boca Juniors halkın,varoşların,fakir kesmin takımıyken,River Plate burjuva,zengin kısmın takımı olarak lanse edilmektedir.Tabi bu derbilerde çoğunluğunda kan dökülmesi kaçınılmaz bir hale gelmiştir.Hatta öyle ki çoğunuzun bildiği ; 1993 yılında oynanan derbiyi River Plate 2-0 kazanmış.Maç sonunda Boca'lı taraftarlar 2 River taraftarını öldürdükten sonra şimdi durum 2-2 oldu demişlerdir.
Kuruluşlarında da Boca'yı kuranlar öz Arjantinlilerdi.Ancak River'ın kurucuları İtalyan göçmenleridir.

Tabi ki taraftarlar arasında ki manyaklıklara çok örnekler var ama akla ilk gelenlerden biriside ; Bir Boca taraftarı: ''Öldüğümde beni River bayrağına sarın,bizimkiler görünce karşıdan bir pislik öldü diye sevinirler.'' demiş ve manyaklığın sınırını göstermiştir.

Tabi ki ülkesinde Tanrı(tövbe haşa :D ) olarak anılan futbolun ikonu Diego Armando Maradona'da Boca Juniors'ta oynamıştır hattailk önce River'da ona teklif gelmiştir ve Maradona aslında Boca'nın ona teklifi olmamasına rağmen ; Boca bana teklif yolladı diye River'ı reddetmiştir.Çocukluğundan beri Boca'da oynamak istemiştir yani.Ve tabi sonunda Boca'da onu almıştır.Hala bu derbi ateşli taraftar şovlarıyla malesef dökülen kanlarla taraftar çılgınlıklarıyla devam ediyor.

Flu-Fla'da da olduğu gibi bu derbide de taraftarların manyaklık derecesinde takımlarına bağlı olmasının -karşı takım taraftarlarını öldürecek kadar- sebebi tabi ki Güney Amerika ülkelerinde gelirlerin düşük olması sonucu insanlar mutluluğu tuttukları takımlarda arıyorlar.Bu nedenledir ki Güney Amerika'da ki derbiler sadece derbi maçı olarak kalmıyor.

Devamını Oku »

Efes, Daçka, Banvit, Trabzonspor, Gaziantep'te geçen hafta

Bu haftanın maçları...


                                                 ANADOLU EFES



Efes, Euroleague'de 'kazandığı maçları kaybetme serisi'ni sürdürdü. Bu hafta ise en dramatik yenilgi geldi diyebiliriz. Efes maça Heurtel-Birkan-Cedi-Saric-Tyus beşiyle başladı ama ilk bölümde etkili olamadı. Olympiakos ilk 15 dakikada skoru 30-15'e getirirken Efes için iyi haberler Spanoulis'in faul problemine girmesi ve Young'ın sakatlık nedeniyle devre dışı kalması oldu. Heurtel-Diebler-Birkan-Brown-Düverioğlu beşi sahadayken 15-6'lık bir seri yakalayan Efes farkı kapattı ve 26.dakikada 45-43'le ilk kez öne geçti. Son çeyreğe 54-54'le girildi ve son çeyreğin ilk yarısında Granger şov vardı. Takımın ilk 18 sayısının 13'üne imza atan Jayson Granger 36.dakikada 72-61'le takımı öne taşıdı. Son dakikaya da 72-65'le önde girilirken, Efes bir türlü son noktayı koyamadı, Heurtel'in kaçırdığı iki serbest atışla Olympiakos maçı kazanma şansını da yakaladı ama 76-76 bitti... Uzatmada Mantzaris-Spanoulis-Printezis'siz oynayan Oly Lojeski ve Papapetrou'nun sakin ve etkili oyunlarıyla maçı 91-87 kazandı... 16/27 ile serbest atış atan Efes'te Granger 26 sayı üretti, Saric 11s- 10r- 4a ile oynadı.


Efes iki gün sonra ise ligde kaybetti. Sinan Erdem'deki maçta ilk üç çeyreğe Efes iyi başladı ama Beşiktaş her defasında geri geldi. Pota altında Murphy ve Lampe'nin etkili oyunlarıyla rakibini yıpratan Beşiktaş, çeyrek sonlarının üstün tarafı oldu. Son bölümde ise Efes farkı en fazla 6 sayıya indirdi ve Beşiktaş 79-73'le galip geldi.




                                           DARÜŞŞAFAKA DOĞUŞ



Euroleague'de Daçka'dan zafer geldi demek zor olsa da, isim olarak çok büyük olan rakibini zor bir atmosferde yenerek takımın özgüveni yerine geldi ve ligin ikinci yarısı için tur ümitleri arttı. Maça Lucas-Redding-Markoishvili-Milko-Semih beşiyle başlayan Daçka ilk bölümde Semih Erden'in etkili oyunuyla öne fırlasa da üstünlüğünü fazla sürdüremedi. Farmar'ın etkili oyunuyla Maccabi rakibini yakaladı ve farkı açamasa da skorda öne geçti. Maçın ikinci yarısına Redding yerine Wilbekin'le başlayan Daçka fark yarattı; Markoishvili'nin ve kenardan gelen Slaughter'ın da müthiş oyunlarıyla farkı açan Daçka maçı 84-76 kazandı. Bu maçta Markoishvili 22s- 3r ile, Milko Bjelica 11s- 8r- 4a ile, Semih Erden de 16s- 5r ile oynadılar.


Formda Daçka, ligde de deplasman zaferiyle devam etti. Farklı bir şekilde Harangody dışarda kaldı ve Daçka maça iki kısa forvetle; Markoishvili ve Preldzic'le başladı. Mahmuti'nin bu taktiği Konya'da tuttu. Maça 12-1'le başlayan Daçka maç boyunca farkı korudu diyebiliriz. Maç boyunca fark en fazla beş sayıya indi, son bölümde farkı açan Daçka 91-76 ile rahat bir galibiyet aldı. Bu maçta sadece 19 dakika oynayan Wilbekin 15s- 5a ile yıldızlaştı.


                                                                       BANVİT



Banvit bu hafta Bandırma'da iki zorlu maç oynadı ve Avrupa'da kazanıp, ligde kaybettiler. Aris maçında konuk takım maça iyi başlayan taraf oldu, altı dakikada 5-15 olduktan sonra Fortson ve Vidmar'ın etkili oyunlarıyla farkı kapatan Banvit ilk yarıyı 39-33 önde kapattı. Son olarak 28.dakikada 57-58'le öne geçen Aris karşısında Banvit son 12 dakikaya tam 39 sayı sığdırdı ve maçtan çift haneli farkla üstün ayrıldı. Fortson 13s- 11r- 10a ile triple-double yaptı, Johnson 27s- 3a ile sezonun en iyi maçını çıkardı; Vidmar da 24s- 12r ile oynadı.


Haftasonu Uşak'ı konuk eden Banvit maça iyi başladı. 11.dakikada 24-14'le fark çift hanelere çıktı. İkinci yarının başında da 43-33 olduktan sonra Uşak 29-9'luk bir seri yakaladı ve son çeyreğin başında avantajı lehine çevirdi. Uşak 73-67 kazandı ve ligde bir önemli galibiyet daha aldılar.






                                             TRABZONSPOR MEDICAL PARK


Trabzonspor Medical Park, bu hafta ters bir hafta geçirdi ve Avrupa'da kaybederken, ligde kazandılar... Eurocup'ta turnuvanın en pahalı takımı Unics Kazan'la karşılaşan TS, maça iyi başladı. İlk çeyrek sonunda skor TS lehine 22-16 oldu. Bu dakikadan sonra Kazan skoru dengeledi ve bir adım öne geçti. Son çeyreğe de başabaş girilmesine rağmen Unics Kazan son bölümde yine tecrübesiyle farkı açtı, 78-64 ile rahat kazandılar. Velickovic 14s- 10r- 5a ile oynarken, Odom 5s- 1a/ 4tk ile oldukça kötü oynadı.


Trabzonspor MP ligdeki ilk galibiyetini Ankara'da aldı. Türk Telekom maça iyi başlayan taraf oldu ve sekiz dakikada 18-8 ile farkı çift hanelere taşıdılar. Bu dakikadan sonra Hardy-Stipanovic'in etkili oyunlarıyla TS farkı kapattı ama uzun bir süre denge bozulmadı. 34.dakikada skor 72'de eşitlendikten sonra son altı dakikada 18-8'lik bir seri yakalan TS altıncı maçta ilk kez galip gelmiş oldu. Hardy 22s- 9a, Stipanovic 20s- 11r ile oynadılar.




                                          ROYAL HALI GAZİANTEPSPOR



FIBA Europe Cup'ta Slask'ı ağırlayan Gaziantep, maça iyi başladı. İlk bölümde fark çift hanelere çıkmadı, ikinci çeyrekte Ruzic ve King'in pota altındaki etkili oyunlarıyla farkı açmaya başlayan RHG üçüncü çeyreğin sonunda farkı 20 sayının üstüne çıkardı ve rahat bir galibiyet geldi. King 13s- 8r- 4a ile oynarken Slask çok kötü bir maç çıkardı. 3/17 üçlük, 7/17 serbest atışla maça tutunamadılar.



Ligde İzmir'e giden RHG maça Rautins'in dış şutlarıyla iyi başladı ve ilk dakikada skor 6-2 oldu. İkinci çeyreğin ortasında skor 23-20 olduktan sonra gaza basan KSK 10-3'lük bir seriyle ilk yarıyı önde tamamlasa da ikinci yarının başında öne geçen yine RHG oldu. 32.dakikada skor RHG lehine 58-50 olduktan sonra KSK'nın 14-2'lik serisi onları öne taşıdı ve son saniyelerde Jawad Williams'ın kaçırdığı serbest atış da Karşıyaka'nın galibiyetini ilan etti.





Devamını Oku »

BORSANIN AZİZLİĞİ...





İlginç bir haftayı geride bıraktık. Basketbol adına inanılmaz performanslar ve sürprizlerin yanı sıra, bocalamalara ve yeni tecrübelere de şahit olduk. Kimi ekiplerimiz “öğrendi”, kimileri “ders çıkardı”, kimileri ise “dersine çalışmaya başladı”. Tabi, yepyeni öğretmeniyle rakiplere kök söktürmeye başlayan bir Beşiktaş da hızla yükselmeye başladı, bunu es geçemeyiz. Ve elbette, son yıllarda hiç olmadığı kadar steps ve top kaybı görmeye de devam ediyoruz ligmizde... O kadar ki, geçen sene Avrupa’daki tüm liglerde verilen hatalı yürüme kararlarının sayısı, daha şimdiden BSL’mizde aşılmış olabilir. Üstelik, bunun müsebbibi yerli oyuncularımız değil, zira hiç mi hiç oynatılmıyorlar desek, yeridir.

Peki, medar-ı iftiharlarımız neler yapıyor? Genelleme yaparsak, “bir anları diğer anlarını tutmuyor”, yani borsa misali, inip çıkıyorlar. Günlük performanslar her türlü neticenin baş aktörü oluyor. Sezonun başları henüz gövdeye varmamışken, pek çok ekibimiz de sil baştan kadrolar kurmuşken, bu görünüm gayet olağan. Fakat, oyuncuları göz önüne alırsak, ne olursa olsun değişmeyecek bazı handikaplar var. Dolayısıyla, iş yine, taktiklerle zaafları telafi etme sanatkarlarına, yani koçlara düşüyor...


Misal, Pınar Karşıyaka. Zalgiris’e sadece şanssızlık ve Ragland yüzünden kaybettikten sonra, bu hafta Lokomotiv Kuban deplasmanında tarifsiz bir hezimet yaşadılar. İkinci yarıda sadece 18 sayı atabildiler. Devler arenasında oynamayı yeni yeni öğreniyorlar, tecrübe kazanıyorlar, burası doğru. Bu aşamalardan koç da dahil tüm takım geçecek. Koç Ufuk Sarıca’nın Efes’in başındayken Euroleague deneyimi bulunsa bile, bizzat kurup, seneler harcayıp şampiyonluğa taşıdığınız bir “projeyi” devler arenasında komuta etmek, dev bütçeyle ve devler arenası tecrübesine sahip oyuncularla kurulan bir ekibi yönetmekten çok daha farklıdır. Ufuk Hoca’nın yıllardır seyretmeye alıştığımız saha içi hamlelerine ve taktik dehasına epey mesai düşecek. Tabi, Efes maçıyla nihayet form tutmaya başlayan Josh Carter ve Can Altıntığ’a da öyle. Neticede, Palacios, Trabzonspor galibiyetinin ardından son iki maçta dibe vurdu ve alternatifi yok. Ragland da bu kadar duygu dolu bir liderken, “mantığını sahaya sürüp eli titremeden iş yapacaklar” kervanında Kenan ve Justin Carter’ın (umarız sakatlığı ciddi değildir) yanına birileri gerekecek. Yoksa, Iverson’a hiç verimli top inmez, Türkiye çöl olur. Hazır Palacios yoklardayken Egemen'in anımsanması ne hoş olur aslında, değil mi? Rekabet doğar mesela. Ligde de ilk mağlubiyetlerini aldıkları için, belki bir kıpırdanabilirler...


Karşıyaka Trabzonspor’u zor da olsa geçti, peki ya Trabzonspor Medical Park devamında neler yaptı? Velickovic’i kazanmakla kaybetmek arasında gidip geliyorlar; sanki onunla kontrat yenilediklerine şu aralar pişmanlar ve yerine oyuncu bakıyorlar gibi bir hava esiyor; ve şimdilerde takıma ve sisteme alışıp kendine gelen Darius Johnson-Odom’un yanına Gora’da sıla hasreti çekip geri dönmek isteyen Dee Bost’u eklediklerine göre, Velickovic’in de takımda yer sahibi olmak için epey vites büyütmesi gerekecek. Zira Stipanovic tam gaz giderken Kulig de nihayet buhrandan çıkıp Sertaç ile beraber çıkışa geçti ve hem takım hem de koç Markovic gözünü epey yükseğe dikmişe benziyor... (Not: Kinsey böylesi şahane oynarken ve Odom da silkinmişken, Hardy biraz gözden düştü mü dersiniz? Belki de koç Markovic’in kararıyla Sean Marshall’ın geçen seneki rolüne sokuluyordur artık..) Anahtar kelime? Savunma. Çünkü sayıyı nasılsa atıyorlar. Banvit’i de böyle yendiler Eurocup’ta...


“Nasılsa atıyorlar” demişken, Beşiktaş’a da hemen bir parantez açalım. Yağızer Uluğ’un dokunuşu sonrası artık kolayca 90-100 sayı atabilecek bir ekip haline gelen Beşiktaş Sompo Japan, hem ligde hem de Avrupa’da namağlup bir fırtına estirmeye başladı. Savunmayı ikinci plana atarcasına yüksek tempoyu ve hızlı paslaşmaya dayalı set hücumlarını benimsedikleri için, “doğru hücum” mantığı biraz değişti. Yeni eksende, artık sadece boş adamı topla buluşturup müsait pozisyonları bitirmek değil tercihleri; off-guard’a evrilen Engin Atsür’ünden, Cenk'e ve takımı kusursuz idare eden Nate Wolters’ına (kendisi epey açıldı ve adapte oldu, nazar değmesin) dek herkes, el üstünden bile şahane dış şut isabetleri buluyor. Lampe merkez üssü tayin edildi, Seeley en sonunda yükselişe geçti; bir de üzerine, Tofaş’taki son yılına dek ligimizin kalburüstü pivotlarından olan Chinemelu Elonu kadroya katılarak Lamont Hamilton’ın boşluğu dolduruldu (Radosevic’e hizmetleri için teşekkürler). Elonu, ara sıra civanmert bir tavra girse bile, genelde takımına sınıf atlatmayı başaran bir uzundur. Yakın geçen Trabzonspor maçı gibi maçlarda artık işin ribaunt ve savunma yönü Beşiktaş taraftarlarını (evet, ben de onlardanım) endişelendirmeyecek. İBBSK maçı ise bize, Beşiktaş’ın, rakibinin aksine, sadece nefesi yettikçe oynayan bir “birebir hücum – yüksek tempo” takımı olmadığını ve defolarını kapatmak adına "coşmadığını" gösterdi. Peki, sorun namına neler var? Dettman döneminin aksine, Kartal ve Enes hiç süre bulamıyorlar... Oysa, her rakip başka bir macera değil midir? Niye hikayeyi kısa tutalım ki?


Rakibin iflahını kesme ve her bir silahını iyi etüt etme mevhumu, ne yazık ki Anadolu Efes’in de güçlü yanları arasına giremedi henüz. Euroleague’de bu düzeydeki bir takım için skandal sayılabilecek neticeleri birer birer biriktiren Efes, ligde en son Karşıyaka’ya baskın çıkıp maç sonu oynayabileceğini kanıtladı. Efes’in senelerdir şampiyonluğu veya herhangi bir platformda elle tutulur, dişe dokunur bir başarısı yok. Bu sene, uzun müddettir arzulanan çeşitte ve kalitede, herkesin içine sürecek bir kadro kuruldu. Rollerin oturmasına ve (KSK karşısında kendine gelen) Cedi ile Birkan’ın sağlığına kavuşup uyum sağlamasına biraz daha vakit var. Henüz telafisi mümkünsüz kayıpların dönemi gelmedi. Ivkovic’in yerlilerden umudunu kesmemesini sadece rica edebiliriz, ama Furkan’ın üzerinde NBA’den bu kadar çok yetkili göz varken ve Saric de daha şimdiden sene sonunda ABD planları yaptığını açıklarken, kadronun kalıcılığını, istikrarını temin etmek kolay değil. Tabi bir de Heurtel-zedelik var serde. Bir oyuncunun güzeli bozarından azsa, ve o müstesna güzelliği yüzünden ille de “o fıstık benim olacak” diyorsanız, taktikleriniz şahane iş görmeli, takım uyumunuz da makine gibi tıkır tıkır işlemelidir. Granger hadi neyse, ama Heurtel’in artık savunmasını geliştirmeyeceği bence aşikar. Bu durumda, bu sezon yokları oynayan bir Can Altıntığ bile Heurtel karşısında devleşip takımını maça ortak edebiliyor. Ali Düverioğlu ise günden güne Emircan Koşut’un istihkakını engellemeye başlıyor; ki bu Efes’in bu sezonu için güzel, istikbali için kötü bir haber. Dunston, Brown, Diebler gibisinden parmak ısırtacak silahlarınız varken, cephaneliğinizin kısa devre yapan bir Heurtel bataryası yüzünden infilak etmesi hoş olmaz...


Geçelim haftanın çıkışa geçen bir diğer “büyük”üne; Fenerbahçe, nihayet özlenen şekilde basketbol oynayıp Banvit’i muhteşem bir gerilimin ardından mağlup etti. 3’ü Fortson’a olmak üzere tam 5 blok aşk eden Vesely’nin her iki potada da rakibe zulmettiği maçta, Fortson çirkinleştikçe maç sertleşti ve son dakikalarda tam bir meydan muharebesi yaşandı (nedenini merak edenler, hakemlerin ilk yarıda tutarsızca iki ekibi nasıl ‘doğradıklarına’ bakabilir). Fenerbahçe’nin elini rahatlatan nokta, son periyot başında Fortson’ın bir ikili mücadele sonrasında sakatlanıp maçı erken tamamlaması ve Banvit’in o ana kadarki en istikrarlı hücumcusu olan Moerman’ın 5 faule erişmesi idi. Fenerbahçe’de (Kalinic hariç) artık oyuncular boş boş etrafa bakmıyor, turist değil esnaf gibi davranıyor ve her topa atlıyorlar. Bunlar hep iyiye işaret işte. Tabi bizleri sevindiren şeyler, Datome’nin birebirleri, Antic’in kenardan Atılgan misali katkılar vermesi veya Dixon’ın da artık iyiden iyiye yeni bir Goudelock olmasından ziyade, Berk Uğurlu’nun şahane performansıydı. 8 sayı 5 de asist üreten Berk, korkusuz bir kumandan gibi oynayarak, Sloukas’a alternatif, topu eline alınca tek başına oynayası gelen Dixon’a da bir telafi olabileceğini göstermeye başladı. Gençlerimizin fark 10’lara çıkmamışken de oynayabilmelerini dileriz...  


Birkaç minik başlığa daha değinmek lazım; mesela Banvit. Kayıplardan kafasını kaldıramadıkları bu haftanın bakiyesi, muhtemelen Fortson’ın (sakatlığı ciddi olmasa bile) takımın liderliğinden aforoz edilmesi şeklinde yansıyacak. Zira hep son saniyede seçimler yapan ve bu yüzden bir hayli top kaybedip dar vizyonlu bir oyun kurucu olarak oynamayı sürdürüyor Fortson. Rowland’dan bu bakımdan çok az farkı var. Peki, Şafak Edge bu sene takımdan ayrıldığı için, Fortson’ın güçlerini iyilik için kullanmasını kim sağlayacak? Tüm yük, Slaughter’a binmiş gibi gözüküyor. O ise, bir combo guard olmayı ve bitiricilik yapmayı daha fazla seviyor. Bu iki guardın tutumu sonrası, Dominique Johnson ve Stevens’ın da formu istikrarsız hale geliyor elbette; çünkü onlar pas açısı ve zamanlamasıyla devleşen türde isimler. İşte burada tek temennim, Tolga’ya bu oyun kuruculuk vazifesinin aşılanmasıdır. Vidmar – Moerman ikilisi, ikili olarak değil de tek başlarına, koordinesiz çalıştıklarında daha etkililer. Şaşırmamak lazım. Şimdiye dek, geçen sezonun Veremeenko-Dragicevic-Davis üçlüsünden daha verimli oynadılar, bu da ilginç. Maçları niye kaybediyorlar, dersek, cevabı basit; Moerman bir yana, birilerinin sayı atması, tamamen kısaların tercihlerine bağlı. O kısalar da, yukarıda özetlediğimiz Fortson ve Slaughter iken, sanırım daha fazla izahata gerek yok. Tabi, Simmons dışında “kurt” bir veterana sahip olmamaları da, el yakan noktalarda Banvit’in can yakıyor...


Galatasaray ise, Eurocup’ta gümbürdemeyi sürdürüyor. Schilb-Sinan-Micov rotasyonunu aynı anda sahada tutup hem top hakimiyeti, hem oyun bilgisi, hem saha görüşü, hem tercihleri hem de yaratıcılığı üst düzeyde olan, çok geniş hücum varyasyonları üretebilen bir yapı kurdu Ergin Hoca. Bilhassa Schilb, bu yeni yapıda çok parladı ve McCollum da, üretici değil bitirici hale gelip, tüketici kimliğinden kurtuldu. Yani, herkes rahatladı. Fenerbahçe'yi de bu sayede ligde farklı yendiler. Caleb Green’in hareketsiz halde topla buluştuğunda şut yüzdesi belki düşüyor, ama asıl sıkıntı, pota altı savunmasında halen. Lasme’yi destekleyen kimsecikler yok. Dorsey halen daha “tosuncuk” edasıyla hantal kalıyor, iş göremiyor. Tabi, yerlilerin rahatı bozulmasın diye hiçbir Türk oyuncu benchten parkeye adım attırılmadığı için de, BSL maçlarında as oyuncuların iyice posası çıkıyor ve Avrupa’daki grafiği lige taşıyamıyorlar. İşte bu yüzden, izlemesi ve yorumlaması çok kolay Galatasaray’ı. Zira her maç sadece aynı 7-8 oyuncuyu takip ediyorsunuz, oluyor bitiyor. Ergin Hoca’nın Eurobasket'teki İtalya maçımızı andıran son saniye taktikleri ligde Uşak önünde mağlubiyete engel olamadı, ama taktikten önce kondisyon ve iflah daha önemli. Keşke Furkan Aldemir’i onlar alabilseydi...


Madem Furkan’dan sözü açtık, haberi verelim, müjde olup olmadığına sizler karar verin: Furkan Aldemir, yüklü bir miktar karşılığında, 4 yıl için Darüşşafaka Doğuş’a imza attı. Evet, hafta içerisinde Markoishvili ve Harangody sayesinde CSKA’ya kafa tutan, ama halen günü gününe yaşayan ve bir “stili” olmayan Daçka’ya. Açıkçası bu kadar fazla “orta düzey” rol oyuncusunu toplayıp takımı bir halk otobüsüne çevirmeleri hoş değil; dahası, bocalama evresinin sürdüğünün de bir ispatı. Düşünün hele bir; bir önceki maçın go-to-guy’ı Milko Bjelica, bir sonraki Avrupa maçının kadrosuna alınmıyor! Takımın tek gerçek playmaker’ı Emir Preldzic bile kadrodan kesilebiliyor! Ve bunun sebebi de muhtemelen rotasyona gitme ve oynatılmayan kalbur isimlerin oynatılarak mutsuz edilmemeleri ihtiyacı! Daha Samet, Doğuş, Oğuz, Metin, Mehmet gibi isimler doğru düzgün oynama şansı bulamamışken, üzerine bir de Wilbekin ve Furkan alınıyor... Ve bu iki yeni ismin ikisi de, NBA aşamasından gelen, düzeyi belli oyuncular; yani öyle 12. adam olacak kişiler değiller. Hadi Wilbekin biraz olsun takımın yaralarına pansuman yapar da, Furkan’ı ne şekilde, nasıl monte edecekler? Kimi kesecekler? Dudley zaten idmandan idmana formayı giyer hale geldi, Samet ve Metin iyice ümidi kesmeye başladılar, şimdi bir tane de “haksız rekabet” çıktı başlarına! Ne diyordu Darüşşafaka, o akıl dolu, benim de destekçisi olduğum reklamında? Hah, evet: “Olmasa da olur!”... (Meali: Volkswagen Arena tamamlanmışken, kalanını Darüşşafaka’ya, eğitime ve altyapıya harcayın, israftan kaçının!)


Son bir söz de, ligimizin yerli deposu Telekom'a ve yerliden bihaber R.H. Gaziantep’e... Telekom sakatlıklardan kafasını kaldırdığı an, Avrupa’da istediğini başarıyor. Ama lig için, bir adet Josh Carter’a ihtiyaçları var. Yoksa pas trafiği bir yerde tıkanıyor ve tüm ihale Woodside-Brown ikilisine kalıyor. Gaziantep ise, kısaların nihayet ellerini taşın altına koyması sonucu istikrara yaklaşıyor. Fakat patlayıcı isimlerin olmaması, onların bir Uşak Sportif kadar etkili olmasını engelliyor, ligde pek çok alt kademe rakibe karşı zorlanıyorlar. Uşak Sportif’i de, kısır ve az pasa dayalı basketboluna karşın, ligdeki şahane form grafiğinden ötürü ayrıca tebrik ederim. Can Korkmaz ve Khem Birch’i seyretmeyi unutmayın!


Herkese basketbol dolu günler diler, 10 Kasım’da Ulu Önder Atatürk’ün ebedi anısına saygılarımı sunarım...


Twitter: @efe_ozenc
Devamını Oku »

6 Kasım 2015 Cuma

Avrupa'da Bu Hafta


Ligler başladı, artık ritimler oturmaya başladı. Liglerin başlamasının en güzel yanlarından biri de tuttuğumuz takım maçlarının yanı sıra Avrupa'nın veya dünyanın önde gelen liglerinde oynanan İngiltere, Almanya veya İspanya gibi liglerde oynanan zevk veren takımların, futbola bizleri doyuran, bizlerin futbola tekrar tekrar aşık olmasına sebep olan kıyasıya rekabetin dibine kadar inen ve bir o kadar da zevk veren maçların ardı arkasının kesilememesi. Her hafta mutlaka birkaç tane maç hadi neyse de İngiltere'den , Almanya'dan, İspanya'dan aynı hafta olunca yeme de yanında yat durumu tamı tamına uyuyor da diyebiliriz.


İngiltere'ye baktığımızda geçen sezonlardaki başarısı devam etmese de halen daha oynadığı futbolla kendini kanıtlamaya çalışan ve fanatik taraftarlarıyla maçlarında hele de ev sahibi olduğu maçlarda bizleri televizyon başına kilitleyen Tottenham; uzun süre kupa hasretine sezon başında son veren ve son haftalardaki oyunuyla İngiltere'nin önde kulüplerinden biri olduğunu bizlere kanıtlayan, Arsene Wenger yönetimindeki Arsenal'e Emirates Arena'da konuk oluyor. Hemen bir diğer İngiltere'den mücadeleyle devam ettiğimizde ise son haftalardaki nefes kesici oyunuyla ve büyük takımlarla ileri gelen kulüplerle başa çıkan ve bir bir onların bileklerini bükmesiyle dikkatleri üzerine çeken Biliç yönetimindeki, Yeşil Sokak'ın çocukları, ateşli taraftarların takımı West Ham United, sezona iyi başlayan fakat sonrasında bir bir afallamayla şu an orta sıralarda halen daha belki bir ümit Avrupa kupalarına katılım hakkı ümitleri besleyen fakat oynadığı oyunla dikkatleri üzerine çeken ve her an büyük diye tabir ettiğimiz külüpler için bir tehdit oluşturabilecek olan Everton'u ağırlıyor. 

Almanya'da ise bir derbi havası seziliyor gibi. Geçen sezonlara göre toparlanmaya çalışan Tuchel yönetiminde birden atağa geçen ve hücum futbolunu en uygun şekilde oynarak rakiblerine korku salan İlkay, Nuri ve Reuslu Borissia Dortmund, Almanya'nın en büyük ve en önemli derbisinde Schalke 04'ü ağırlayacak. 



İngiltere'de daha 2 sezon öncesine kadar Avrupa kupalarında dahi İngiltere'nin büyük bir kozu olarak gösterilen aldığı başarılarla rakiplerinin korkulu rüyalarından biri konumunda bulunan fakat daha sonrası yaşadığı yıldız kayıpları ve önemli isimlerini hele de Bale'yi kaybettikten sonra Premier Lig'de büyük bir düşüşün yolununu tutan ve son dönemlerde Manchester United, Manchester City, Arsenal, Chelsea veya Liverpool gibi kulüplerle baş edemeyecek seviyeden düşen ve yerini belki de artık kaptıran, Avrupa kupaları şansını zora sokan Tottenham, bir diğer deyişle de Spurs; son zamanların İngiltere'de atağa geçen, Arsene Wenger döneminde uzun bir süre sonra kupa kazanarak Chelsea karşısında zafer ile lige başlangıç yapan ve kadrosunun da yavaş yavaş oturmaya başladığı, artık tekrardan ligde ben de varım dedirten bir ekip ile bir yola çıkan Arsenal'e deplasmanda 'North London Derbisi'nde  Emirates Arena'da konuk oluyor.

Son haftalardaki çıkışını geçen hafta Swansea karşısında 3-0'lık galibiyetle sürdüren ve ligdeki 8. galibiyetini alarak puanını 25'e çıkaran ve Manchester temsilcisi Manchester City'nin ardından aynı puanda olmasına rağmen averaj farkı ile 2.likte bulunan Arsenal'de ligde olduğu gibi Şampiyonlar Ligi'nde ise işlerin yolunda gittiği pek söylenemez. Bayern Münih, Olympiakos ve Dinamo Zagreb ile birlikte F Grubu'nda bulunan Londra temsilcisi 3 puan ile grubunun son sırasında yer alıyor. Takımda en dikkat çekici isim ise yaptığı 8 asist ve fileleri de 2 kez havalandıran bizlere fazla yabancı olmayan Türk asıllı Alman oyuncu Mesut Özil, takımın en büyük silahı olarak da takımda yer alıyor.
Konuk ekibe göz atacağımız zaman ise ligde şu sıralar Biliç yönetimindeki West Ham United'ın ardından 17 puan ile 6. sırada yer alan Tottenham, UEFA Avrupa Ligi'nde ise Monaco, Anderlecht ve Qarabağ ile mücadele ettiği J Grubu'nun 3.sırasında yer alıyor. Takımın en büyük silahı ise hiç süphesiz sezona hızlı bir giriş yapan ve 4 gol, 2 asist ile dikkatleri üzerine çeken Arjantinli Erik Lamela olarak dikkat çekiyor. 


Aralarındaki son maçlardaki, son rekabete baktığımız zaman ise Emirates Arena'da oynanan son karşılaşmalarda 27 Eylül 2014'deki karşılaşmadan 1-1'lik eşitlikle sonuçlanırken her iki tarafta Emirates Arena'dan 1 puan ile ayrılırken, White Hart Lane'de oynanan son karşılaşmada ise Tottenham, Kane'nin golleriyle rakibi bir diğer Londra temsilcisi Arsenal'e tek golünü Mesut Özil'in attığı Arsenal'e karşı 2-1'lik üstünlükle maçtan 3 puan ile ayrılma başarısı göstermişti.


Bir diğer İngiltere'de Premier Lig'deki mücadelede son haftalarında aslına bakarsak bu sezona hızlı bir giriş yapan Biliç yönetimi ile birlikte Yeşil Sokak'ın çocuklarını o ateşli taraftarlarını canlandıran ve bir çok büyük diye tabir ettiğimiz İngiliz kulüplerine deplasmanda olmasına rağmen meydan okuyan ve başarı ile de bileklerini büken; o yenilmez Manchester City, Arsenal, Liverpool veya Chelsea'nin serilerini bozan ve lige bir anda ambargo koyarak dikkatleri üzerine çeken West Ham United, Bloeyn Ground'da son hafta Sunderland karşısında 6-2'lik galibiyet ile sezona bir diğer hızlı bir giriş yaparak gözleri üzerine çeken Everton'ı konuk ediyor. 

İngiltere'den Almanya turuna doğru yola çıktığımız zaman ise görünürde bir derbi olduğu gözlerden kaçmıyor. Son zamanlardaki kötü oyununu bir kenara bırakarak teknik direktörlük görevine Tochel'i getirerek yeniden canlanan ve bu sezona Bundesliga'da 2015-16 sezonuna harika bir giriş yapan ve geçen haftaki Werder Bremen galibiyetiyle kapatan ve derbiye moral ile giren, ligde de Bayern Münih'in ardından 11 haftada topladığı 26 puan ile ikinci sırada bulunan Borussia Dortmund, Signal Iduna Park'ta gelecek hafta, Bundesliga'daki bu sezonun 12.haftasında Schalke 04'ü konuk edecek. 

UEFA Avrupa Ligi'nde de C Grubu'nda namağlup lider olarak devam eden ve fanatik taraftarlarıyla dünyaca ün kazanan Borissia Dortmund'da en önemli silah olarak sezona harika bir giriş yapan ve aldığı 1499 dakikada 12 gol, 9 asistlik bir performans sergileyerek dikkatleri üzerine çeken ve takımının en önemli kozu Mkhitaryan, Schalke 04 karşısında da takımın en önemli kozu olarak sahada yer alacaktır. Öte yandan takımın bir diğer silahı ise takımını Götze ve Lewandowski'nin yanı sıra bırakmayarak takımda kalan ve halen daha taraftarlarca takımın en sevilen oyuncusu konumunda bulunan, istatistikleriyle de halen daha büyük kulüplerin dikkatlerini çeken ve bir türlü gözlerin üstünden düşmediği Marco Reus ise 11 gol, 2 asistlik performansı ile takımın bir diğer yıldızı olarak da dikkat çeken isim.

Schalke 04'e baktığımız zaman derbisinde büyük oranda favori olarak gösterilen Borussia Dortmund'a karşın hem de deplasmanda oynanacak bir maç olmasına rağmen halen daha ümitli ve azimli bir çalışma temposu içerisinde ligdeki ilerleyişlerini devam ettirmek isteyen Schalke 04 de UEFA Avrupa Ligi K Grubu'nda namağlup olarak liderliğinü sürdürürken ligde ise Wolfsburg'un ardından 4. ve bu hafta karşılaşacağı rakibi Borussia Dortmund'un 6 puan gerisinde 20 puan ile 4.sırada yer alıyor. Son yıllardaki başarısından bir hayli eksilmiş bir Schalke 04 izlesek de bu yıl halen daha kadrosunda bulundurduğu Hollandalı yıldız Klaas-Jan Huntelaar'ın yanı sıra Di Santo ve Leoy Sane gibi önemli yıldızlarıyla ligdeki ilerleyişini devam ettirirken bir yandan da gelecek sezon için Şampiyonlar Ligi'ne kalabilme hayalleriyle yanıp tutuşuyorlar diyebiliriz.


İki takımın, Alman derbisindeki son maçlara göz attığımız zaman ise; ligdeki son oynanan karşılaşmada Veltins-Arena'da oynanan karşılaşmada Schalke 04, rakibi Borussia Dortmund karşısında 2-1 galip gelirken Signal Iduna Park'taki son karşılaşmada ise geçen sezon Borussia Dortmund rakibine 3-0'lık bir üstünlük sağlayarak maçı kazanmayı bilmişti.

Son olarak tahminler olarak da İngiltere'de son haftalardaki gelişimini sürdüren fakat küçük takımlar diye tabir ettiğimiz takımlara mağlubiyeti ile dikkat çeken Slaven Biliç'in öğrencilerinin ve Yeşil Sokak'ın hırçın çocuklarının takımı olan West Ham United'ın Everton karşısında belki kolay olmasa da bir galibiyet alacağı ve galibiyet serisine artık yeni bir sayfa açarak başlayacağını veya bir başka deyişle yeniden başlayacağını düşünüyorum. Öte yandan kötü gidişatına Arsenal karşısında son vermek isteyen Tottenham'ın da bu kötü gidişata karşı koyabileceği ve yeni bir sayfa açmak için daha bir hafta beklemesi gerektiğini, Arsenal karşısında pek fazla şanslarının olmamasıyla beraber yeniden dirilen  Arsene Wenger'in öğrencilerinin de bir diğer Londra temsilcisine pek acıyacaklarını ve bu maçta puan kaybedeceklerini de sanmıyorum. Son olarak Almanya derbisinde ise favori olan Dortmund temsilcisi bir diğer hırçın taraftarların takımı olan Borussia Dortmund'un rakibine derbide Schalke 04'e pek fazla şans tanıyacağını düşünmüyorum. Harika bir hafta bizi bekliyor, umarım futbola bu futbol sevgisinin içimizde tekrardan alev alıp canlanacağı bir hafta olmasını diliyorum. Hepinize bu harika maçlar karşısında iyi seyirler dilerim...




Devamını Oku »

Fenerbahçe-Galatasaray Derbisi | Derbi Yazıları Serisi


Dünyada ki bir çok derbinin olduğu gibi bu derbinin de bir ismi var her ne kadar hiç kullanılmasa da bu isim: KITALARARASI DERBİ.1905 yılında kurulan Galatasaray ve 1907 yılında kurulan Fenerbahçe’nin ilk karşılaşması 1909 yılında “Papaz’ın Çayırı” olarak adlandırılan yerde gerçekleşti.İlk karılaşmada yüzü gülen taraf 2-0’la Galatasaray olmuştu.Tabi bilmiyorlardı ki o an yüz yılı aşkın süre sürecek bir rekabetin başlangıcıydı aslında.Ama iki takımın ilk resmi karşılaşması İstanbul Futbol Ligi kapsamında 9 Ocak 1910’a gerçekleşti ve bu maçı da Galatasaray 3-0 kazandı.1914 yılına kadar oynanan maçların hiçbirinde Galatasaray,Fenerbahçe’den gol yememiştir.Ancak 4 Ocak 1914’te 4-2’lik mağlubiyetle ilk mağlubiyetini almıştır Fenerbahçe karşısında. 12 Şubat 1911'deki 7-0'lık maç Galatasaray'ın, 6 Kasım 2002'deki 6-0'lık maç ise Fenerbahçe'nin aldığı en farklı galibiyetlerdi.
Galatasaray’ın 7-0’lık galibiyetinin de kısaca hikayesine değinmek istiyorum.Tarihler 12 Şubat 1911’i gösterdiğinde iki takım karşı karşıya geliyordu.Ancak uygunsuz hava şartları nedeniyle Galatasaray 6, Fenerbahçe 10 kişiyle çıkıyordu sahaya.İlk yarının ortalarına doğru Fenerbahçe kalecisi Ali Said sakatlanarak oyundan çıkıyor ve kaleye sırasıyla Fenerbahçeli oyuncular tek tek geçiyorlardı.Diğer yandan da bu maçta tam 4 gol atan Celal İbrahim bu 4 golle derbi tarihinde bir maçta en çok gol atan futbolcu olarak adını tarihe yazdırıyordu.Galatasaray bu sezonu şampiyon olarak tamamlıyordu. 1911-1912 sezonunda Galatasaray ligden çekildiği için bu dönemde iki takım arasında resmi maç oynanmamıştır.

25 Mayıs 1913 tarihinde “Fenerbahçe-Galatasaray Bayramı” adıyla oynan özel maçta 80. Dakikada Bekir Sıtkı’nın şutunu Fenerbahçe kalecisi Vahram Meteosyan topu tutsa da hakem bu kurtarışın çizginin içinde olduğunu söyleyerek golü vermiş bunun üstüne Fenerbahçe oyuncuları itiraz etmiş bu itirazlara taraftarlarda katılınca hakem maçı terk etmiştir.Ve ilk kez bir Fenerbahçe-Galatasaray maçı yarıda kesilmiş oluyordu.

Fenerbahçe’ni 1914’te 4-2 kazandığı maçta 3 gol atan Hasan Kamil hem derbi tarihinde Fenerbahçe’nin ilk golünü atan,hem de ilk hat-trick’ini yapan isim olarak adını tarihe yazdırıyordu.
1912 yılında Galatasaray Kulübü Başkanı Ali Sami Yen ile Fenerbahçe Kulübü Başkanı Hulusi Bey’in ortak imzayla kayıt altına aldıkları belgenin, birleşmeseler dahi iki kulübün yabancılara karşı ortak bir takım kurma konusunda anlaştıklarını, hatta tüzüğü bile hazırladıklarını gösterdiği kaydedildi. Yıllar sonra 1934’te Fenerbahçe ile Galatasaray Türkiye'ye davet ettikleri yabancı takımlarla birer kez hazırlık maçı yaptıktan sonra, üçüncü maçı “Fenerbahçe-Galatasaray Karması” şeklinde oynadılar. Karmanın forması ise iki kulübün renklerinin karışımı olan lacivert, sarı ve kırmızıdan oluştu.
23 Ocak 1925’te Taksim Stadı'nda oynanan Vatan Gazetesi Kupası maçında ise Fenerbahçe'nin kazandığı penaltının atılmasından öncesi stadın büyük balkon kısmı çöktü. Fenerbahçeli Cafer Çağatay, bu gelişme üzerine penaltı atışında topu bilerek kaleci Ulvi Yanal'a teslim etti.
Galatasaray ile Fenerbahçe arasındaki rekabette en fazla golü, Fenerbahçeli Zeki Rıza Sporel attı. Sporel,Galatasaray'a karşı oynadığı 42 maçta, toplam 27 kez rakip fileleri havalandırdı. Zeki Rıza Sporel'i, 24 golle yine bir Fenerbahçeli Alaattin Baydar izliyor. Fenerbahçeli Lefter Küçükandonyadis'in 20, Galatasaraylı Metin Oktay'ın ise ezeli rekabette 19 golü bulunuyor. Bu arada iki takımda da forma giyen Tanju Çolak'ın da 14'ü Galatasaray, 8'i Fenerbahçe formasıyla olmak üzere ezeli rekabette toplam 22 golü var. Lig maçlarında ise Galatasaraylı Metin Oktay 9, Fenerbahçeli Aykut Kocaman da 8 golle takımlarının en golcü isimleridir.
Fenerbahçe-Galatasaray maçlarında en çok oynama rekoru Galatasaray ve A Milli Takımın unutulmaz kalecilerinden turgay Şeren’e ait.Turgay Şeren tam 55 kez Fenerbahçe-Galatasaray derbilerinde Galatasaray kalesini korudu.
Bazende iki takımın uzun süre birbirlerine karşı galip gelememe durumuyla karşılaştılar.Galatasaray üst üste 18 (1942-1946 arası), Fenerbahçe ise üst üste 11 kez (1949-1953 arası) rakibine karşı galibiyet alamadı.

İki takım arasında en az seyirciyle oynanan maç ise 17 Kasım 1922 tarihinde gerçekleşti İttihat Sahası’nda gerçekleşen maçta o kadar yoğun bir yağmur vardı ki hakem Fethi Tahsin Başaran maçı şemsiyeyle yönetmek zorunda kalmıştı.Bu maçı 14 kişi izledi.Ve buda en az kişinin izlediği FB-GS Derbisi oldu.
21 Eylül 2003'de İstanbul Atatürk Olimpiyat Stadı'nda yapılan lig maçını ise 70 bin 125 seyirci izlerken, bu rakam, ezeli rakipler arasındaki bir maçı izleyen seyirci sayısındaki rekor olarak tarihe geçti.
İki takım arasında günümüze kadar toplam 381 maç gerçekleştirildi. Bu maçların 149'u Fenerbahçe, 127'si ise Galatasaray lehine sonuçlanırken, 105 maç beraberlikle sona erdi. Oynanan maçlarda toplam 959 gol atılırken, bu gollerin 502'si Fenerbahçe'den 457'si ise Galatasaray'dan geldi.
İki takım, Türkiye'de günümüzde de devam eden üç resmî organizasyonun en eskisi olan Süper Lig'de 116 maç oynadı. Bu maçların 48'ini Fenerbahçe, 33'ünü Galatasaray kazanırken, 35 maç berabere sonuçlandı. Türkiye Kupası'nda oynadıkları 25 maçın 12'sini Galatasaray, 3'ünü Fenerbahçe kazanırken, 10 maç beraberlikle sona erdi. İki takım 4 kere Türkiye Kupası finalinde karşı karşıya gelirken Galatasaray, bu finallerin tamamından kupayla ayrılan taraf oldu. Türkiye Süper Kupası'nda ise 6 maç oynayan iki takım da bu finallerden 3'er kez şampiyonlukla ayrıldı.
Türkiye Futbol Ligi'ndede her daim yarıış içinde olan iki takım şampiyonluk yarışında da peşpeşe gidiyorlar Galatasaray 20 şampiyonlukla 4. yıldızı kazanırken.Fenerbahçe 19 şampiyonlukta hemen Galatasaray'ın ardından 4. yıldızı almak için çabalıyor bu sezon.

Anlatılan bazı kısa derbi anılarından bir iki tanesini aktarıcam son olarak.
3-0 Galatasaray ilk yarıyı önde bitirdi ve ikinci yarıda Fenerbahçe 4 tane gol attı. Skor 4-3 oldu. Bu maçı unutamam çünkü Rıdvan hocamızın 7 yeseydik 8 atardık diye bir sözü var. (Remzi Köse)
Oğlumla Kadıköy’e derbi için gitmiştik. Ben Fenerliyim, oğlum Galatasaraylı. Tribüne Galatasaray formasıyla girdi. Herkes onunla alay etti. Bir ara, “Baba göremiyorum, önüm dolu” dedi. İşte o anda hiç tanımadığımız bir Fenerbahçe taraftarı oğlumu omuzuna aldı, maç sonuna kadar da indirmedi. İşte gerçek dosluk budur.(Ahmet Köse)
1989’daki maçı hiç unutamam. Türkiye Kupası çeyrek finalinde Galatasaray’la eşleşmiştik. İlk yarıyı Galatasaray 3-0 önde kapadı ancak maçın sonunda Fenerbahçe 4-3 galip gelmişti. Harika bir mücadele olmuştu, bütün Fenerbahçeliler o gün adeta bayram yapmışlardı. O maçtaki bütün Fenerli futbolcuların ayağına sağlık.(Faruk Engin)
Yıl 1989, Galatasaray-Fenerbahçe maçı. Ben üniversite sınavına hazırlanıyorum. İlk devre Galatasaray 3-0 önde, biz derse girdik, hoca Fenerbahçeli. Hoca sıkıla sıkıla ders anlatıyor. Ders bitti, eve gittiğimde ağabeyim 3-4 dedi. “İyi” dedim. İnanmadım tabii ki. Hala da inanamıyorum zaten.(Ahmet Başkent)
5-1 biten kupa finalini üniversitede okurken evde 7 Fenerbahçeli’ye karşı tek başıma izlemiştim. Deniz Barış kendi kalesine golü atınca gidip televizyonu öptüm. Ancak elektrik kaçağı varmış, öpmemle beraber öyle bir çarpıldım ki 3 metre uçup Fenerliler’in üstüne düştüm.
O gün anladım ki televizyonum da Fenerli’ymiş. (Uğur Duran)
Ve son sözlerim;

Heyecanla bu sezon oynanacak derbileri bekliyorum bir Fenerbahçeli olarak.Takımıma güveniyorum inanıyorum ancak nolursa olsun FB-GS derbileri her zaman başka bir havada geçmiştir.Benim için önce saygı ve dostluktur temennim kavgasız,küfürsüz,çekişmeli maçlar olması ama artık günümüzde bu çok zor maalesef.Sanki eskiden taraftarlar daha saygılıymış birbirine.Daha birlik beraberlik içindelermiş.Hatta Galatasaray’ın UEFA Kupası belgeselini açın izleyin orada 5 saniyelik bir görüntü var.Yanlış hatırlamıyorsam Galatasaray finale çıkınca kutalamalar yapılıyor Galatasaray taraftarları halay çekiyor davuluda Fenerbahçeli bir abimiz çalıyor.Halayda da sadece Galatasaraylı değil Fenerbahçe ve Beşiktaşlı taraftarlarda var.Popescu o penaltıyı atıp Galatasaray’a UEFA Kupası’nı kazandırdığı an sevinmeyen Türk var mı acaba? Sporda dostluk,centilmenlik ve saygı olunca güzel bir hal alır.
Nasıl ki her zaman kardeşler anlaşamaz birbiriyle. Bizim anlaşamamamız buradan gelir işte. Kardeşleri ayıran tek şey tutkunu oldukları renklerin farklılığı.Bu farklılık bizi biz yapan şeyde.Ne Fenerbahçe Galatasaraysız ne de Galatasaray Fenerbahçesiz olmaz. Metin Oktay'ların, Lefter'lerin,Gündüz Kılıç'ların, Can Bartu'ların hatırası,dostluğu var bu kardeşliğin kökenlerinde.Her daim ezeli rakibiz ama EBEDİ DOSTUZ!

Devamını Oku »